14 Haziran 2020 Pazar

Yenik Düşenler Kışlası




Kötülüğün sıradanlığı, herhalde en yanlış anlaşılan ve anlatılan kavramlardan biridir. Kötülüğün sıradanlığı,  sıradanlık ve kötülük tabirlerinin zihnimizde oluşan anlamlarının buluşmasını ifade etmez. ‘Öncelik yaşlılara verilmiyor, nesil bozuldu mirim’ gibi yolcu diyaloglarından, bir ülkedeki tırnak içinde ‘yanlış ve kötü’ işlerin yaygınlığına dair polemikçi eleştirilerden farklı bir kontekstedir. Kötülüğün yadırganmayışı çağrışımı konumuzla ilgisiz sayılmaz ancak yadırganmama durumu da vicdani kanaatlerden çok rasyonalite ve çoğullukla ilişkilidir. Yani kötülüğün sıradanlığı, politik-etik bir tezdir. İlkin bunu Hannah Arendt, Eichmann davasına dair yazdığı makalelerde kavramsallaştırır.

Otto Adolf Eichmann, Yahudi sorununun 'nihai çözümü'nde rol aldığı iddiasıyla, 11 Mayıs 1960'ta Buenos Aires'in kenar mahallelerinden birinde yakalanır ve dokuz gün sonra İsrail'e götürülür. 11 Nisan 1961'de Kudüs Bölge Mahkemesi'ne çıkarılır. Hannah Arendt de, The New Yorker için Adolf Eichmann Davasını kaleme almak üzere Kudüs’e gider.

Dava, sanık kürsüsünde oturanın sadece bir Nazi subayı olmadığı, tarihin her döneminde ortaya çıkan antisemitizm olduğu vurgusuyla başlar. Arendt’e göre ‘Ben-Gurion'un Yahudilerin ve Yahudi olmayanların, İsraillilerin ve Arapların, kısacası bütün dünyanın bu duruşmadan çıkarması gerektiğini düşündüğü "dersler" herkese belletildi. Eichmann'ı yargılamanın gerekçelerinden biri de "başka Nazileri ortaya çıkarmaktı - mesela Naziler ile bazı Arap liderleri arasındaki bağlantıyı.’ 

Mahkeme İsrail rejiminin ideolojik temellerine dayanak bulmayı hedefler, bunu da Otto Adolf Eichmann’ın şahsından çok Adolf ismini yargılamak suretiyle yapar. Öte yandan Diaspora Yahudileri, güvende olmadıkları mesajı verilerek tehdit edilir.

Savunmaya göre Eichmann, Nazi hukuk sistemine göre davranmıştır. Amiri, üzerinde başka bir devletin yetkiye sahip olmadığı hükümet tasarruflarıdır.  Eylemleri itaat etmekle yükümlü olduğu emirlerin uygulanmasıdır. Kendi ifadesiyle, cinayet suçlamaları asılsızdır, Yahudilerin öldürülmesiyle hiçbir ilgisi yoktur. Ona göre, hayatı boyunca kimseyi öldürmemiş, bir Yahudi’nin ya da Yahudi olmayan birinin öldürülme emrini vermemişti. Arendt, Eichmann’ın Yahudilerden hastalık derecesinde nefret etmediğini, fanatik bir antisemit olmadığını, birilerinin onun beynini yıkamadığını belirtir; ‘Savcı ne kadar uğraşırsa uğraşsın, bu adamın canavar olmadığı ortadaydı.'

Arendt’e göre soykırımda Yahudilerin de sorumluluğu vardı: ‘Yahudi halkı gerçekten örgütlenmemiş ve lidersiz olsaydı, dört bir yanda kargaşa ve sefalet kol gezerdi ama kurbanların yarısı kurtulabilirdi.’ Arendt mahkemenin bazı sorulardan kaçındığını ifade eder; Yahudi liderler kendi insanlarının sonunu hazırlayanlarla işbirliği yapmaya nasıl yanaşmışlardı?", "Yahudiler neden kurbanlık koyun gibi ölüme gitmişlerdi?

 Eichmann yasalara bağlı bir vatandaş olduğunu iddia ediyordu, yasanın gereğini yapıyor Führer’in talimatlarını yerine getiriyordu. Eichmann ömrünce Kant’ın ahlak kurallarına ve özellikle de Kant’ın görev tanımına uygun yaşadığını söylüyordu. Bu savunma İsmet Özel’in dizelerini akla getiriyor;
Üstümde yıldızlı gök demişti Königsbergli
içerimde ahlâk yasası.
Yasa mı? Kimin için? Neyi berkitir yasa?
İster gözünü oğuştur, istersen tetiği çek
idam mangasındasın içinde yasa varsa.

Arendt’e göre Eichmann’ı sanık sandalyesine oturtan, fikirsizlikten başka bir şey değildi. Kötülük ve fikirsizlik bu durumda birbirleriyle iç içe geçmiş bir ilişkiye sahiptir. Kötülüğün her zaman niyet, hınç veya nefretle doğrudan bağlantılı olması gerekmez. Bu nedenle, holokost kötülüğünün açığa çıkardığı ahlaki durum aslında vicdani bir mesele değil, ortak yaşam kipinin ortadan kalkmasıyla ilgili politik bir sorundur. Kötülük problemi kapsamında totalitarizmin başat özelliği kötülüğe direniş yollarını kapamasıdır. Bunu da bireyi budamakla yapar. Dolayısıyla böyle rejimlerde insanın özgürlüğünden, kişinin düşünme ya da yargılama yetisinden bahsetmek imkânsızdır.

Kurgusal bir dil ve dolayısıyla kurgusal bir gerçeklik tasarımı ortaya koyan düzenlerde, kişilerin sorgulama melekesi iğdiş edilir, insanlara sloganlara dayalı bir fikirsiz dünya içinde konforlu yaşam sunulur. İradenin yansımaları silikleşir örneğin, eylemlerdeki öngörülemezlik ve kendiliğindenlik yitip gider. Eichmann da bu kurgusal dünyanın fikirsizlik çukurunda debelenenlerden biridir. Ancak buna radikal kötülük denemezdi,  radikallik derin bir düşünme tarzını ifade eder. Eichmann örneğinde böyle bir derin düşünmeden söz edilemez, söz konusu olan yüzeyselliktir.

Arendt; ‘Kötülüğün sıradanlığı derken, sadece gerçeklere sıkı sıkı bağlı bir düzeyi kastediyorum, duruşmada hemen göze çarpan bir fenomene dikkat çekiyorum’ der. Ona göre Eichmann bir Macbeth değildir ya da III. Richard gibi bir "cani" olması neredeyse imkânsızdır. ‘Terfi etmek için gösterdiği olağanüstü gayreti bir yana bırakırsak, onu harekete geçiren hemen hemen hiçbir şey yoktu. Bu gayret de kendi başına kriminal değildi elbette; bir üstünün yerine geçmek için asla onu öldürmeye kalkmazdı. Eichmann sadece, gündelik dilde söyleyecek olursak, ne yaptığını hiç fark etmemişti.’
 Ayrıca Arendt düşüncesinde itaatin masumiyetle bir ilgisi yoktur. Kolektif suçun işlendiği yerde itaat ve destek aynı şeydir. Bir düzenin emirlerini yerine getirirken aynı zamanda var olan düzenin devamını da sağlayanlar, olayların sonuçlarından kendilerini muaf tutamazlar.

KÖTÜLÜĞÜN BOŞ BAKIŞLARI

 George Floyd cinayeti kötülüğün sıradanlığı bahsine bir örnek olarak verilebilir.  Mayıs 2020'de, 911 operatörüne sarhoş ve kendini kontrol edemiyor gibi görünen siyahi birinin 20 dolarlık sahte banknotla sigara almaya çalıştığı ihbarı yapılır. Çağrının ardından olay yerine gelen polisler, o sırada bir araçta oturan şüpheli George Floyd’u silah çekerek ve zorla arabadan çıkarır. Ekip otosuna bindirme sırasında yaşanan kargaşada George Floyd elleri kelepçeli halde yere yüz üstü düşer. Minneapolis Polis Departmanı  memuru  Derek Chauvin, 8 dakika 46 saniye boyunca George Floyd’un ensesine diziyle bastırır. Olayın kayıtları, Floyd'un defalarca "nefes alamıyorum" dediğini göstermektedir. Çevreden toplananlar, memurun Floyd'un nefes almasını engellediğini söylemesine rağmen, Chauvin, Floyd'un tepkisiz hale gelmesinden sonra iki dakika 53 saniye boyunca pozisyonunu değiştirmez.

Floyd’un çaresizce yardım çağrıları ve inlemelerine, görgü tanıklarının uyarılarına rağmen polis memuru Chauvin’in donukluğunun, tepkisizliğinin sebebi eyleminin yasaya uyduğu kanaatidir. Boyun kilidi mevzuatta yeri olan bir uygulamadır. Chauvin, tutuklama anında standart bir prosedürü yerine getirmektedir. Chauvin bir sürü insanıdır. Böylelikle sürünün gücünü kendi gücü varsaymakta, diğer seslere kulak tıkamaktadır. Koşulsuz olarak, sorgulamadan, hesaplamadan, sürü içgüdüsünden miras kalmış olan ve ona belletilen kurala boyun eğmiştir. Aynı zamanda fikirsiz bir adamdır. Arendt’in deyimiyle ‘Gerçeklikten bu kadar uzak ve bu kadar fikirsiz olmak, belki de insanın bünyesinde bulunan bütün şeytani içgüdülerin vereceği zarardan daha büyük bir yıkıma yol açabilir.’ Fiilinin sonucunda, George Floyd hayatını kaybetmiş ve tüm Amerika’da sokak hareketleri başlamıştır.


KONTROLÜN SIRADANLIĞI


20. asır Camus'nun deyimiyle, insanları yok etme teknikleri çağıdır. Bu tekniklerin tek uygulayıcısının faşist ve sosyalist devletler olduğu düşüncesi ise demokratik Batı'nın siyasi ve kültürel hegemonyasının mahsulüdür diyebiliriz. Soğuk Savaş döneminde bir yandan çevreleme, caydırma, angajman politikaları diğer yandan dekolonizasyon süreci, ABD'nin dışarıda yaydığı ve içeride yaşadığı cinneti  perdeledi.  Ancak 21. yüzyılın ilk çeyreğinde insan teki  daha çok devlet dışı yapılar içinde eridi. Örneğin terör örgütleri ve kültlerde. Bağlı olanların tutumları, davranış modelleri kötülüğün sıradanlığı tezi bağlamında değerlendirilebilir. Bunları ‘radikal kötülük’ malulü görmek kolaycı bir yaklaşım olacaktır. Elbette içlerinde ‘şeytani amaçlar’ barındıranlar da çıkabilir ancak çoğunluğunun itaat kültürünce vicdanları iğdiş edilmiş katiller ve Arendt düşüncesindeki ortak yaşam kipinin ortadan kalkmasıyla türeyen fikirsizlik cehenneminin yakıtları olduklarını söyleyebiliriz. Bu tip yapılarca insanlar yargılama yetilerini yitirerek adeta robotlaştırılmış,  emir-komuta zinciri dâhilinde sorumlulukları azaltılmış ve dağıtılmış, ideolojik kurgusal dil marifetiyle rasyonel referanslar silikleşmiş, gerçeklik öldürülmüş, ahlaki ilkeler çöküntüye uğramıştır. Hannah Arendt düşüncesinde olduğu gibi bu okuma bir masumiyet devşirmez, suçun şahsiliğini ve cezai sorumluluğu da ortadan kaldırmaz. 

Diğer yandan milenyumun başında uluslararası terörle mücadele, gözetim teknolojisinin daha sofistike hale getirdi. Devletler kontrol inisiyatifini şirketlere devretti - ya da kaptırdı. Hammaddesi insan olan şirket despotizmi yükselişe geçti. Otoriter devletlerin yükselişi ilüzyonuna rağmen aslında çok uluslu şirketler güçleniyor. İnsanlar 7/24 gözetlenen ve sınırlarını 'uygulama' kodlarının belirlediği dijital kamplara, gönüllü bir şekilde giriyor. Foucault'nun,‘Eğer iktidar sadece olumsuz bir baskı işlevinden ibaret olsaydı ona gerçekten tutarlı bir biçimde itaat eder miydik?’  sorusuna cevabını artık hepimiz biliyoruz.

Erdemlerin bunak nasihatçiler varsayıldığı bir çağda, kötülüğün anlamı da değişiyor. Değişimin yönünü de kişilerin tek tek yargıları değil, içinde yaşanan mekanizma belirliyor. Burada artık kötülüğün sıradanlığı yerine başka bir tabir bulmalıyız. Mesela, kaçınılmaz hayal kırıklığı... 

Düşmanı gösteriyorlar, ona saldırıyoruz
siz gidin artık
düşman dağıldı dedikleri bir anda
anlaşılıyor
baştan beri bütün yenik düşenlerle
aynı kışlaktaymışız


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder